7.8.12

benim atölye çalışmalarından



...................
Elimizle görebilseydik nasıl resimler çizerdik?

Kulaklarımız ya da, sadece kulaklarımızla duyduklarını çizseydik, neler çıkardı ortaya?
Bir tasarım etkinliğinde çoğu üniversite mezunu ve yine çoğu tasarım eğitimi almış bir grup örenciye,  bu soruları sorduk Aylin'le birlikte.
Aylin'nin karnı burnundaydı, benim onun kadar büyük bir karnım yoktu ama kocaman bir çantam vardı ve bir sihirbaz gibi sonu gelmez  renkli bez parçaları çıkarıyordum çantamdan.   Atölyemizin adı kadar absürdtük.

İlk egzersiz için plan şöyleydi,  ikili gruplar oluşturup , her grupta bir kişinin gözleri  benim çantamdan çıkan o renkli  bezlerle bağlanacaktı,  gözü bağlı olan kişi tek elini göz gibi kullanacaktı ve dokunarak algıladığını diğer eli ile  kağıda aktaracaktı.
Tek el karşısındakinin yüzünde, tek el kağıtta. Basit gibi görünüyor böyle diyince değil mi? Ama öyle olmadı.  Öğrenciler birbirlerine dokunmaktan çekindiler ilk başta. Yanlış yapma kaygısı tıpkı gözleri gibi ellerini de bağladı sanki, durakladılar. Çizmeye başladıklarında ise elleriyle algıladıklarını değil de akıllarında kalanları çizmeye çalıştı bazıları. Bir süre sonra  çizen elin dokunan eli takip ettiği çalışmalar gelmeye başladı ama kaygı kaybolmadı.

Bu atölye çalışmasından bir kaç ay sonra aynı atölyeyi okul öncesi  çocuklar ile denemek istedim. Altı yaşında on beş çocukla bahçede çimenlere yayıldık,  kocaman kağıtlar ve benim renkli bez parçalarım tekrar çıktı ortaya. Gözler bağlandı, önce biraz gülüşmeler oldu, ama sonra tam bir ciddiyetle elleriyle görmeye çalıştı çocuklar. Gördüklerim şaşırtıcıydı. Öncelikle, karşısındakine dokunmakta en ufak bir tereddüt yaşamadı minik eller. Kaygı?  Yanlış çizersem kaygısı da yoktu. Bunun yerine denemeler, el karşısındakinin yüzünden ve kağıttan ayrılınca  duraksamadan başka bir noktadan devam etmeler ve hissettiklerini sadece çizmek değil, sembolize etmek vardı. İki çocuğun karşısındaki çocukların çenelerine dokunduklarında sivriliği anlatmak için üçgen çizmelerini ve içini karalamalarını şaşkınlıkla izledim.

İlk egzersizde tahmin etmediğim sonuçlar alınca biraz daha fazla soyutlama içeren ikinci egzersizi de denedik o gün. Kulaklarımızla görseydik? sorusunu nasıl anlatacağım diye kıvranırken, çimenler ve o sırada gıcırdayan bir kapı  yetişti imdadıma. Çimenleri hışırdatarak, çimenlerin sesini nasıl çizeriz ama çimen çizmeden  ya da bir kapı gıcırtısını   kapıyı çizmeden nasıl anlatırız? şeklinde sordum soruyu. Yine aynı şey oldu, en ufak bir tereddüt yaşamadan, büyük bir sessizlik içinde küçük eller çalışmaya başladı.

Uzaktaki otobanının hep aynı tondaki uğultusunu düz kalın bir çizgiyle anlattılar. Bir telefon çaldı, heyecanlandı ses avcıları, telefonun melodisi düzensiz zikzaklar şeklinde kağıtlara geçti. Tabi ki  cep telefonu çizen çocuklar da oldu o esnada ama genel olarak çevredeki sesleri ve ritimleri yakalamada ve her bir farklı sesi farklı şekilde aktarma da altı yaşındaki bu çocuklar üniversiteli ağabeylerinden ve ablalarından hiç geri kalmadılar. Hatta geçtiler onları.

Her bir çocuğun yaptığı çalışmayı sunuşu, her bir çizgisinin hangi ses olduğunu büyük bir ciddiyetle anlatması ile sonlandı atölye. Bir çocuğun küçük zikzaklar şeklinde keçeli kalemin kağıt üzerindeki sesini dahi yakalamasını, en ufak bir sesi atlamamalarını izlerken yaratıcılık, algılar, ön yargılar üzerine düşünüyor ben de önyargılarımın kırılmasının sesini çizmek istiyordum.
Bu çalışmayı yaptıktan sonra notlarıma şunları yazmışım: "Yaratıcılık özgürlükte, özgürlük çocuklarda"

O günün şaşkınlığını üzerimden attıktan sonra bu duyu şaşırtma atölyelerini farklı farklı çocuklarla türlü kereler deneyip tamamen aynı olmasa da benzer sonuçlar aldım. Onlar sesleri ya da dokunduklarını kaydederken ben de gördüklerimi kaydettim.

Çocukların özgür, sınırsız, kurallarla şekillenmemiş dünyasında  neler var?   Biz yetişkinlerin algılayamadığı başka neleri algılıyor bu minik insanlar? soruları üzerinde çalışmalar araştırmalar yapılıyor son yıllarda, ya da bu konuda yapılmış araştırmalar önem kazanıyor. Çocukları, doldurulacak boş sayfalar olarak görmek belki de yapılan büyük bir hataydı deniliyor.

 Evet bir yerde hata yaptık ve yaratıcılık öldü. Hep aynı sesleri duyup, güneşi hep sarı, bulutları hep mavi görmeye başladı çocuklar, oysa  biz onlara "bunlar böyledir" demeden önce güneşin sesini bile duyabiliyorlardı.

4 yorum:

  1. Zevkle okudum atölye çalışmanızı, ne harika bir deneyim, çocukların bitmek bilmez enerjisi ve saf doğallıkla işlerini yapmaları, duygularını aktarmaları biz yetişkinler için imrenilecek bir durum. Şu anda ben bu yorumu yazarken oğlumu odasına gönderdim biraz düşünmesi için (bana göre sebepsizce oyuncaklarını etrafa dağıtıp atmaya başlamıştı:) Şimdi seslendi anne kakam geldi diye yanına gittim bana biraz daha düşünmem gerek odama gelme dedi, peki dedim. Odasından çıt çıt sesler geliyor kara tahtasının tebeşirlerini kırmakla meşgul sanırım bir baksam iyi olacak:)

    YanıtlaSil
  2. Harikasın ,ne güzel merakların var sevgili Beyhan .Seni keyifle ve mutlulukla takip ediyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. tesekkur ederim Aylin. ben de seni takip ediyorum keyifle ve merakla :) bazen kara kalem eskizlerin var ya onları cok begeniyorum..

      Sil
  3. Böyle bir atölye çalışması İstanbul'da oldu ise biz nasıl kaçırdık:)Umarım en kısa sürede tekrarı olur:)

    YanıtlaSil